Halk sanatları, halk el sanatları, geleneksel zanaatlar, Anadolu halk el sanatları, geleneksel Türk el sanatları gibi adlarla nitelenen ve el emeğine dayalı üretilen ürünler, ülke genelinde el sanatları olarak bilinir.
Bu ürünler toplumda işlevi olması nedeniyle, toplumun geleneksel kesimiyle yakından ilgilidir.
EI sanatları nitelenmesi, bu kapsamda düşünülen ürünün sanatsal yönünden çok, üretim çevresi ve ürünün toplumdaki işlevi ile yakından ilgilidir. Bu demektir ki, el sanatları adı altında toplanabilen ürünler, adlarını hem üretim tekniklerinden, hem de üretim çevresinden almaktadır.
EI sanatları üretimi genellikle köy, kasaba ve büyük kentlerin gecekondu kesiminde yaygındır. Bu üretimin özellikleri arasında, az gelişmiş teknoloji kullanımı, geleneksel malzemeyle yapılmış işlevsel eşya ile çok çeşitli ürün olması sayılabilir. Ayrıca bu tür ürünün yapımında yazılı bir kural yoktur. Ancak ister yapım tekniğinde, ister ürün çeşidinde olsun geleneği vardır. Bir el sanatı ürünün biçimlenişinde, önceden yapılıp çizilmiş bir program ya da tasarım yoktur. Bununla birlikte, önceden bilinen form ve desen vardır. Bu form ve desende el sanatı yapımcısının belleğinde zaten vardır.
Üretimde usta-çırak bağlantısının rolünün her zaman hissedildiği bu dalda bilinen el sanatı ürünü çeşitlendirmek, olgunlaştırmak, kişisel anlatım tarzlarını denemek, ürünü yapan kişiye kalmıştır.
El sanatı türleri, çeyizlik eşyadan günlük kullanım eşyalarına, dinsel ya da inanç içerikli kült eşyalarına kadar geniş bir yelpazeyi içine almaktadır. Bu nedenle, günümüzde geleneksel Türk el sanatları adı altında toplanan bu geniş yelpazedeki değişik ürünleri niteleyen el sanatları, geçmişte dönemin sanayi ni oluştururken, günümüzde, teknoloji dışı yapılan el emeği ağırlıklı ürünleri anlatmak için kullanılır olmuştur.
Yakın zamana dek sanat tarihçileri, el sanatları diye nitelenen, genellikle kırsal alanda üretilen eşyalara zanaat kapsamında bakarak ikinci sınıf sanat olarak görmüşler sanatı saraylarda ve toplumun üst gelirli kesiminde aramışlardır. Dolayısıyla, geleneksel Türk el sanatları içinde düşünülen bir çok konuda halkbilimi ve antropoloji inceleme alanı içinde görülmüştür. Bu da, el sanatlarının kültürel birikim yani, maddi kültür ürünü olarak ele alınıp, kültürel içerik içinde değerlendirmesine yol açmıştır.
Son yıllarda hızlı bir kültürel değişim sürecine giren insan için sanat, zaman ve mekan bakımından tanımlanabilen, belli eğitim aşamaları sonucu elde edilen bilgi birikiminin ürünü olarak ele alınabilir. EI sanatı ürünler açısından bu bilgi birikimine tarihsellik ve süreklilikte katılınca, söz konusu birikim, aynı zamanda o sanatı üreten toplumu tanıma ve yorumlama olanağı da verir.
Bir el sanatı ürünün oluşmasında eğitim ve kültürle biçimlenen estetik kaygının varlığı düşünülürse, bu kaygı, doğru-yanlış, iyi kötü, gerçek-sahte gibi karşıt kavramlar arasındaki ilişkilerde ve duygular yoluyla istenilene yönelmede önemli bir güdüleyici olarak karşımıza çıkar
Bu durumda diğer sanat ürünlerinin seçiminde olduğu gıbı kültürel bir ürün olan el sanatı örneklerin seçimınde de iki ön koşulla karşılaşırız. Bunlardan bırıncısı seçme hakkını kullanabilecek rahat bir ortam ve seçilecek birden fazla urunun olması, Ikincisi ise duyguları doğru değerlendirebilecek kadar yaşanan ortamı tanımadır.
Işte burada kişinin içinde bulunduğu kültürel ortam, beğeniyi belirlemede başlıca etkendir. Neyin doğru, neyin yanlış, hangisinin güzel veya çirkin olduğunu belirlemede kişiyi yönlendiren, onun kültürlenme sürecinde aldığı değer yargılarıdır.
Geçmişten günümüze insan yaşamında iki öğe, bir yandan manevi gereksinmeler, öte yandan işe yararlılık ve gerekli olma birbirinden ayrılmamıştır. Bu bakımdan el sanatı ürünlerde kendine özgü bir duyarlık gözlenir.
Bunun yanında el sanatı ürünler, toplumun geleneksel yaşamıyla olan bağının korunduğu bir alan olması açısından, geleneksel öğelerin halkalarından olma durumunu, başka bir deyişle halkbilimsel kaynak olma, durumunu korumaktadırlar.
Hammaddelerine göre, ahşap, taş, toprak, metal, hayvansal, bitkisel ve yapay liflerden yapılan yaklaşık on grupta toplanan ve ihtiyaca, işleve göre üretim, az gelişmiş teknoloji, geleneksel malzeme kullanımı gibi özellikler taşıyan el sanatı ürünler, günlük kullanımda, beşikten-arabaya, çanak-çömlekten kuyumculuğa, başlıktan çeyiz sandığındaki eşyaya kadar geniş bir dağarcığa sahiptir.
Bir bakıma bu geniş dağarcık içinde yer alan ürünler işlevi olduğu alanlara uygun, insan gücü ağırlıklı, geleneksel malzeme ve teknoloji ile üretilmeleri nedeniyle güncelliklerini koruyor denebilir. Bir başka anlatımla el sanatı ürünlerin günümüzde değer kazanması belki de onun kendi özündeki değişimden çok toplumdaki teknolojik değişimden ve gelişmiş endüstriden uzak kalmış olmasındadır. Bu konuda, evlerinin bir köşesini "Şark Köşesi" yapma isteği zamanın getirdiği bir olgu olarak örneklenebilir.
EI sanatı ürünler arasında yer alan kimi örnekleri sembolik ve dinsel yönü de güncel kılabilmektir.
Sözgelimi; Islam öncesi inanç kaynakları ile ilgisini koparmayan Anadolu insanı, eskiye ait bazı değerlere islami biçim içinde saygı göstermeye devam etmiş, bazı islami inanışları şamanistik biçim. dünyası içinde değerlendirmiştir. Bu açıdan bakıldığında inanışa dayalı eşya (nazara karşı gözboncuğu ve üzerlikte olduğu gibi) işlevseldir. Bu işlevsellik eşyanın taşıdığı sembolik ve dinsel gücünden gelmektedir. Bu tür eşyaların işlevi, eşyanın sunduğu içerik açısından vardır. Zamanla tarihteki işlevini kaybetmektedir.
EI sanatı ürünleri arasında dinsel içerikli olup, günlük yaşamı dışında, belirli gün ve önemli anlarda başvurulan örnekler de vardır. Bu eşya/arın kullanıldığı yer ve duruma göre etkisi olduğu inancı vardır. (Giyimkuşamda süs öğesi olarak kullanılan bazı takılar, nazarlıklarda olduğu gibi.)
Insanları dinsel içerikli obje yapmaya zorlayan durum, günlük eşya yapımına yönelten durumla aynı değildir. Inanışa dayalı eşya yapan biri, o eşyanın işlevsel olduğu toplum genelinde yaygın olan inanışları paylaşmakta daha duyarlıdır. İşte bu tür üretimlerde değişim daha yavaş olur.
Özetle söylemek gerekirse el sanatı ürünleri günlük yaşamda ister günlük kullanım için, ister dinsel ya da sembolik anlamda üretilmiş olsun plastik anlatım açısından tarihsel gelişim içinde insanlığın üretip geliştirdiği maddi kültür unsurlarının kronolojik sıralamasında geçmişin mirasını taşımaktadır. Bu nedenle anlam ve özünü kaybetse bile saygınlığını koruduğundan pek çok el sanatı ürünler ve bu ürünlerde yer alan motifler tekrarlanarak günümüze ulaşabilmektedir.
Günümüze ulaşan geleneksel Türk sanatlarını iki grupta değerlendirmek olanaklıdır. Bunlardan biri geleneksel kesimde kısmen korunmuş göçebe kültürü uzantısı olan halı-kilim, çorap, oya gibi el sanatı ürünler, ikincisi ise değişime uğramış, saray ortamında gelişmiş ve sarayın beğenisini kazanmış tezhip, hat, minyatür gibi sanatlardır. Bugün de geleneksel Türk el sanatları denilince bu iki kesimden yansıyan sanatlar akla gelmektedir.
Bu düşünceden giderek geleneksel Türk el sanatlarına makro düzeyde bakıldığında onu ulusal değer ölçüleri, mikro düzeyde bakıldığında da konunun iç yapısından kaynaklanan sorunlar açısından ele almak gerekiyor.
Geleneksel Türk el sanatları makro düzeyde ele alındığında ise iki büyük sorunla karşılaşılır. Bu sorunlardan biri geleneksel Türk el sanatlarından bir çok örneğin günümüzde üretimden kalkması veya kaybolması ya da kaybolmaya yüz tutmuş olması. Ikincisi de el sanatı adı altında, özgün örneklerin, asılsız taklitlerle değiştirme girişimidir.
Ülkemizde, geçmişteki değer yargıları hızla değişime uğramakta, bilinenlerin ötesinde yeni ölçüler arama zorunluluğu doğmaktadır. Ancak bugün ulusal ve evrensel gelişimin boyutlarını belirleyerek alışılmış ölçülerin nerelerde gerçeklerle kesiştiğini, nerelerde eksik kaldığını saptamak oldukça güçtür. Bu nedenle el sanatı alanında uğraş verenlerin toplumdaki değişime göre yeni oluşan beğenilerin doğrultusunda üretimleri de gündeme getirmek gibi bir çabaları olmalıdır.
Insan yaşamının belli döneminde, yaşanan ortamda görerek, yaşanarak ve eğitimin sürecinde edinilen bilgiler sonucu oluşan değer yargıları yeniliğe kapalı tutulursa, seçme ve beğeni konularında bir durgunluk olacaktır. Bu durumda seçicilik ve beğeniye karşıtlar oluşturabilmek için yenilikleri sürekli olarak eldekilere eklemek, değişen ve gelişen yaşam biçimlerinin vazgeçilmez koşuludur. Bir başka deyişle yenilik, beğeni ve seçicilik dengeler korunarak birlikte düşünülmelidir. Ancak burada sözü edilen yenilik, estetik kaygının modaya uyması demek değildir. Sözgelimi; el halısı yerine makine halısı, mimaride çini süsleme yerine fayans, duvar kağıdı kullanmak moda olarak bir yeniliktir. Kısa sürede beğeni kazanan bu geçici heves, bazen çok kısa zaman diliminde bir yenisini yerine bırakarak biçim değiştirir.
Toplumda değişen kültür yapısı, kuşkusuz değişen yaşam biçimiyle yakından ilgilidir. Günümüzde bilim ve teknolojideki gelişimlerin getirdiği yeniliklerin insan yaşamına kazandırdığı yeni olanaklar göz önüne alınırsa, sözü edilen değişimi, getirdiği yenilikle eski arasında bağ kurarak değerlendirmek zorunluluğu doğar.
Günlük yaşamda sıkça kullanılan "renkler ve zevkler tartışılmaz" düşüncesi temelinde, kişi zevkine yönelik bir kaçışa sığınma yatar. Beğenme duygusu güzelliğe karşı duyarlılığı yansıtır, ama geçmişi güzel gösterme, ona özlem duyma gibi geriye dönük bir heves beğeninin yalnız geçmiş güzelliğe karşı duyarlı olması anlamına gelmez.
Burada söylemek istenen, toplumdan kazanılan değer yargıları çerçevesinde kültürel düzeyinin olması gereken yerde, yani uygar denilen düzeyde olup olmadığıdır. işte bu düzeyde el sanatı ürünleri güncel kılabilmenin yolları aranmalıdır. Aynı zamanda eskisi gibi üretmek, kopyayı güzel görmek ya da görmeye zorlamak bu alana katkı sağlar mı? Sorusunu tartışmalıdır.
Konuya geleneksel sanatlar açısından bakıldığında, çağımız, gün geçtikçe makineleşen, insanı kendi yaratıcı gücü dışına iten, çevre koşullarından esinlenmede ve var olanın dışa vurulmasında zorlukların olduğu bir dönemdir.
Endüstrileşen üretim, sınırlı alandaki uzmanlık ve iş bölümü gerektiren dallarda bile, üretim-tüketim anlayışı ile her şeyin zamanla sınırlandığı bir yaşama biçimini zorunlu kılmıştır. Sonuçta kendisine daha az zaman ayırabilen, isteklerini yeterince yerine getiremeyen, toplumdan aldığı değerlerle beslenen duygularını giderek yitiren, dolayısıyla kendisiyle barışık olmayan bir insan tipi gelişmeye başlamıştır. Bu da yeni anlayışta bir endüstri toplumunun oluşmasında katkı sağlamış denebilir. Yeni anlayışta kültürlenme sürecini tamamlamış bir insan da, eğer özel bir nedenle el sanatlarının bir veya birkaç dalına merak sarıp özel araştırmaya girmemişse çoğu zaman el sanatlarına ya eskiye duyduğu özlemle ya da "şark köşesi" anlayışıyla bakmaktadır. Dolayısıyla el sanatı ürünlerinde kültürel olgudaki işlevlerini yitirmektedir.
İsmail Öztürk, Geleneksel Türk El Sanatlarına Giriş, Dokuz Eylül Ünv. Yayınları, İzmir 2003
|