Sözlüklerde, "Yeryüzünün sertleşmiş ve katılaşmış tabakalarında bulunan maden, tuz ve oksitlere göre değişik renkte ve değişik bileşimdeki çok sert cisim." olarak tanımlanan taşa, taş deyip geçmemek gerekir. Hayatın ve tarihin bütün macerası taşların gizil sırrında saklıdır. Altay Türklerinin Yaratılış Efsanelerinde, uçsuz bucaksız evrende uçan Ülgen, denizden çıkan taşa oturunca rahatlar ve: "Denizden çıkan taş fırladı çıktı yüze, Hemence taşı tuttu, bindi taşın üstüne! Artık Ülgen memnundu, rahatı bulmuş idi Üzerinde duracak bir yeri olmuş idi."[1] biçimindeki mitolojik anlatıda görüldüğü gibi taş, mitolojide yeryüzü, insanlar, bitkiler ve hayvanlar yaratılmadan önemli bir işlev üstlenmiştir. Tanrı suda boğulmak üzere olan ve kendisinden yardım isteyen kişiyi kurtarmak için 'Sağlam bir taş olsun' der ve suyun dibinden bir taş çıkartır. Mitolojide taş kurtarıcı, üzerinde durulabilen bir korunak anlamındadır.
Dünya durdukça duran taşlar, en kalıcı belgelerdir. Çünkü taşlar biçimlendirilerek oluşturulan eserler ve insan eli ile üzerine işlenen izler, tarihe ışık tutan geçmişten geleceğe uzanan sağlam köprülerdir. Anadolu'nun çeşitli kültürlerindeki taşla ilgili inançlar incelendiğinde tarih öncesi devirlerde taşın önemli bir yeri vardır. Sümer, Akad, Babil gibi kültürlerde yer alan ve önemli işlevler üstlenen taş, Anadolu'da Hititlerde ve daha sonraki kültürlerde hep vardır. Hititlerde kutsallığına inanılan Havaşi taşı, Anadolu'da Havaş – Taşları adı verilen taşlar fetiş anlamında kullanılmıştır. Friglerde görülen Ana Tanrıça Kybele'nin de başlangıçta bir meteor taşıyla ilgisi olduğu bilinmektedir. Türk kültürünün ana belgelerinden Orhun Yazıtları'nda taş aracılığıyla, tarihimizin, kültürümüzün ve medeniyetimizin ilk önemli belgelerine ulaştığımız gerçeği bunlardan ilk akla gelenlerdir.
İyi talih ve saadet getiren dağ anlamındaki Kutlug Dağ Uygurlara güç ve bereket verir. Uygur hakanlarından Yü-lun Tigin, Çin sarayından bir kızla evlenmek için Kutlug Dağı'nın taşlarını Çinlilere verince düzen bozulur. Kuşlar, hayvanlar tuhaf tuhaf bağrışır, kağanlar peş peşe ölür, kıtlıklar, kıranlar başlar. Uygurlar göç etmek zorunda kalırlar. Tarihimizdeki bu göç anlatısı kayanın kutsallığını dile getirmesi açısından önemlidir. Buradan hareketle taşların da bir ruhu olduğuna inanılır.
Yer yüzünde gözle görülen her şey bir sebeple yaratılmıştır. Taşlar da bu halkanın en önemli araçlarıdır. Milyonlarca yıldır mağmanın çekirdeğinden hareket halindeki lav seli olarak yukarıya çıkması, çatlaklarda toplanıp oluşması ve bu arada gördüğü basınç ve içinde bulunan mineraller sayesinde kazanmış olduğu bir enerji vardır. Taşlardaki bu canlılığa ve gizil güce inancın bir uzantısı olarak Yakutlarda yad, yada, sata, Kıpçak grubuna bağlı lehçelerde cay, cama, Kırgızlarda joytaş, Oğuz şivesinde ve tüm Anadolu'da yada taşı dediğimiz bir taşın yağmur yağdırma gücüne sahip olduğuna inanılır. Yağmur taşı konusunda Ortaçağ İslam kaynakları da dahil olmak üzere birçok eski metinde, taşın canlılığı ve gücü ile ilgili bir anlatıya da Divanü Lügati't Türk'te rastlanmaktadır. Burada; "Saydam, pürüzsüz ve beyaz bir taş, mühür yüzüğüne takılır (yada taşı), bu kişiye şimşek değmez, çünkü bu taşın doğasında insanı şimşekten koruma vardır. Aynı zamanda bu taş, beze sarılıp ateşe atıldığında yanmaz, hatta kendisi ile birlikte bezin de yanmamasını sağlar. Bu sınanmıştır. Bir adam susamışsa bu taşı ağzına koyar ve susuzluğu geçer."[2] ifadesi yer almaktadır.
Çevrelerine belirli tesirler yaydıklarına ve canlı organizmalar üzerinde önemli etkilerde bulunduklarına inanılan bazı taşlara eski uygarlıkların kültürlerinde tılsımlı taşlar adı verilmiştir. Sihirli asalarla ilgili inanç da bu konuyla ilgilidir. Bu asalar birtakım enerjileri çeken, toplayan, dönüştüren taştan yapılmış bir alet konumundadır. Önce Atlantis'te sonra da Mısır'daki inisiyelerin ellerinde görülen bu sihirli asalardan birinin en son Musa Peygamber'de görüldüğü üzerine çeşitli anlatılar bulunmaktadır.
Türk kültüründe kartal, aslan ve kaplumbağanın çok önemli yeri vardır. Bu hayvanların işlevleri nedeniyle önemsendiği için taştan heykelleri yapılıp önemli yerlerde kullanılmıştır. Sabrın, uzun ömrün simgesi kaplumbağa Orhun yazıtlarının temel taşı biçiminde yer alırken, gücün ve azametin simgesi Aslan taş heykeller biçiminde saray kapılarında, Orhun Yazıtları'na giden yolun iki tarafında, oradan esinlenerek de günümüzde Aslanlı Yol adı ile Atatürk'ün anıt kabrinde ve kimi önemli devlet konutlarında kullanılmıştır. Türk kültüründe önemli bir yere sahip kartal Hun İmparatorluğu'nda Gök Tanrı sayılmış, Dede Korkut'ta da kuşların sultanı olarak yorumlanıp Tanrı'ya yakın uçucu kuş diye tanımlanmıştır. Kayalık yerlerde yuva kuran kartal çeşitli özellikleriyle türkü, mâni, tekerleme ve şiirlerimizde kendine özgü yerini almıştır. Gücün, kararlılığın, çevikliğin, koruyuculuğun ve hareketliliğin simgesi olarak görülmesi nedeniyle pek çok kişi ve kurumların amblemi olarak simgelenmiştir.
İsa'nın, Zeus'un, Sezar ve Napolyon'un amblemleri kartaldır. Nemrut dağındaki Antiokos'un mezarı ölüyü kötü ruhlardan korumak amacıyla kartal ve aslan heykelleriyle çevrilmiştir. Kartal burada Zeus'un olduğu kadar, Anadolu uygarlığının da bir amblemi olarak simgelenmiştir.
Buğday ve ekmeğin macerası taş ile başlar. Yiyeceklerimizin bir bölümü, soframıza gelene kadar, ya değirmen taşında, ya el değirmeninde, ya saten taşında, ya soku içinde bazı işlemlere taş aracılığı ile uğrar.
Taş, sıcak yuvamızda duvar olurken, damımızın üzerindeki toprağı sertleştirmek için silindir biçimindeki loğ taşı adı ile önemli bir görev yüklenir. Yine sosyal yaşamımız içinde; ark taşı (oluk), kuyu taşı (Kuyu ağızlarına tolanın sığacağı büyüklükteki yayvan taş), suluk, çeşmelerde yalak taşı, düven altında çakmak taşı, dibek taşı (Siyah taştan oyularak yapılan dibek), merdivenlerin ilk basamağı olarak yapılan ayak taşı, binek taşı, fırın taşı, dilek taşı, siğil taşı, hamamlarda göbek taşı, camilerde musalla taşı ve mezarlıkta mezar taşı bir çırpıda sayabileceklerimizdendir. Geleneksel kültürümüzde taş, hep ön planda yer almıştır. Binaların temel taşından başlamak üzere akla gelen her yerde önemli bir işlevle karşımıza çıkmıştır. Taş, sosyal yaşamımızı ve geleneksel kültürümüze o denli yer etmiştir ki; beddualarımızda; • Başına taş düşe • Sidikliğine taş dursun gibi ilenmelerin yanı sıra analarımızın her birini bir amaç için söylediği: • Taş düştüğü yerde ağırdır • Taşıma su ile değirmen dönmez • Taş ol da baş yar • Taş taş üstünde olur, ev ev üstünde olmaz • Taş yerinde ağırdır • Taş atana ekmek at • Taş çömleğe çarparsa vay çömleğin haline; Çömlek taşa çarparsa yine vay çömleğin haline biçimindeki özgün atasözlerimizle; • Taşa tutmak • Taş taş üstünde bırakmamak • Taş yürekli gibi deyimler sadece birkaç örneğidir.
Takı olarak kullanılan taşların altında mutlaka bir şifa unsuru göze çarpmaktadır. Hıdrellezde taş taş üstüne koyarak ev maketi yapanın yakın zamanda ev sahibi olacağına inanılır.
Sözümü taşlarla ilgili bir şiirimle bitirmek isterim: Çakıl taşı Ben bir çakıl taşıydım dere ağzında Binlerce yılı görmüş geçirmiş Sel sularında yıkanmış yüzü Yazın güneş Kışın kar altında Eriyip akmış
Nice taşlar yakın komşumdu Yan yana yamaçta Karda yağmurda benim gibi aşınan Kimi gerdanlık olan boyunlarda Kimi İnce parmaklarda pırlanta adına duran
Seyirine doyamazdım Kayalar arasından göz kırpan firuzenin Mavi mavi bakışının
Dağ köylerinde Nazara karşı iyi gelir deyip Çocukların omuzuna dikilen O güzel mavi taşın Seyirine doyamazdım
Donuk kırmızısı içinde akik Bir sevda taşı idi sanki Çobanların Kavalına üflediği Yanık bir türkü gibi
Rahatlık ve huzur veren kehribar Sarı rengiyle Tatlı bir uyku getirirdi Hepimize
Altın renkli topaz Caka satardı Mavi renklisine
Hep peşinden koşulan zümrüt Doğayla bütünleşmiş yeşili içinde En çok beni sever insanlar derdi Doğru da söylerdi hani
Temizliğin ve güzelliğin sembolü Gelin gibi beyaz sedef Taşların arasında belirince Bir saygı uyandırırdı sessizce
Oltu taşı kara kara parıldar En çok beni kullanır insanlar derdi Tespihinden Ağızlığına kadar
Beyoğlu taşı kahkahalar atardı övünerek Benimle aldatırlar insanları Çoğu kıymetli taş diye satarlar Hepinizin rengine boyayıp İnandırırlar
Her türlü ağrıyı kesen bakır taşı Sertliğiyle bilinen granit Mermer Necef Opal Lal Her biri bir işe yaradı da Çimentosu çalınmış sıva içine İnşaat harcı olmak düştü bana
Nice taşlar mücevher kutusunda El bebek gül bebek Ben teras katında dökük bir sıva Düştü düşecek
Kaynakça • Muharrem Kaya, Mitolojiden Efsaneye, Bağlam Yay. İst. 2007 • Zühre İndirkaş, Türk Mitosları ve Anadolu Efsanelerinin İzsürümü, İmge Kit. Yay. İst. 2007 • Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, TTK Yay. Ank. 1971 • Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yay. İst. 2000 • Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Türklerde Taşlarla İlgili İnançlar, Kültür Bak. Yay. Ank. 1987 • Nilgün Sözer, Taşların Gizli Gücü, Sınır Ötesi Yay. İst. 2007 • Mehmet Yardımcı, Türk Halk Edebiyatında Nesir, Ürün Yay. Ank. 2004 Notlar [1] Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971, s. 433 [2] Divanü Lügati't Türk, s. 71
http://www.mehmetyardimci.com/ |